Ülkemizin doğal güzelliklerini ne kadar konuşsak ve yazsak az kalır. Hakkını verebiliyor muyuz, yeterince koruyabiliyor muyuz, koruduklarımızı dünyaya pazarlayabiliyor muyuz bunlar ise tamamen ayrı başlıklar. Antalya gibi küçük bir coğrafyada birkaç mevsimi aynı anda yaşayabildiğimiz şehirlerimiz var. Bu yazıda Toroslar içerisinde bir köyde doğal ortamında dalından kopardığım ve süslemeden tadına vardığım birkaç lezzetten bahsedeceğim. Alanya’nın yarım saat kuzeyinde, Toroslar’ın eteklerindeki Akseki ilçesinde keşif peşindeyiz. Akseki’nin yörük köyü Güçlüköy, eski adıyla Fersin’de kaydadeğer bir restoran olmadığını tahmin edersiniz. Baba tarafım Akseki’li olduğu için buraya her yıl ailece gelir ve enerji dolup gideriz. Antalya’nın aksine, nem oranı düşük, muhteşem ferah ve temiz bir havası var. Dağların eteklerinde, yemyeşil bir yer. Lezzetleri keşfetmek için ise doğaya ve evlere konuk olmak gerekiyor. İnsanların açtığı restoranlardaki lezzetlerden değil, doğanın yer yüzüne armağan ettiği ağaçlardaki lezzetlerden bahsedeceğim öncelikle.
Badem
Dünya çapında üretimin çoğunluğu Amerika ve Avustralya’da yapılan badem, ülkemizde de hatrı sayılır miktarda yetiştiriliyor. Ancak yaptığım araştırmalardan potansiyelin oldukça altında olduğumuzu anlıyorum. Badem, küçük yapılı bir ağaç. İlkbaharda beyaz ve açık pembe tonlarında açan çiçekler yerini çağla bademe bırakıyor. Çağla bademi taze meyve olarak tüketiyoruz. Çağla olarak toplamayıp, dış kabuğun kartlaşmasını beklediğimizde ise fotoğrafta göreceğiniz gibi iç çekirdek gün yüzüne çıkıyor. Bu çekirdeği kırdığınızda ise kuru yemiş olarak tükettiğimiz badem içini elde ediyoruz. En güzeli taze badem içidir; üzerine buz koyarak badem içinin kabuğunu yumuşatıp yemenin keyfine doyum olmaz. Ya da iyice kurutup hatta kavurup da tüketebiliriz. Her hali faydalı ve lezzetli olan bu yemiş türüne buralarda “payam” deniyor. Köyün çalışkan kadınları eylül aylarında bademleri toplayıp önce dıştaki etli kabuğu çıkarıyorlar. Sonra sert kabuğu kırıp iç bademleri kendi tüketimleri için ayırıyor veya satıyorlar. Antioksidan özelliği yüksek olan badem; vitamin, mineral ve yağ yönünden oldukça zengin. Son dönemlerde marketlerde gördüğümüz badem sütü, veganlar ve laktoz intoleransı olanlar tarafından tercih ediliyor. Ayrıca saça ve deriye de iyi geldiğini bildiğimiz bademin kozmetikte de kullanımı yaygınlaşıyor.
Ceviz
Yağlı tohumlar denilen yemiş türlerinden şüphesiz en seçkini ceviz. Baklavadan tutun, salataya kadar keyifle tükettiğimiz o güzel tamamlayıcı besini Akseki’de dalından toplayıp taze taze yemenin zevki çok başka oldu. Bölgede özel olarak ceviz yetiştirilen araziler olduğu gibi, her evin bahçesinde bir ceviz veya badem ağacına rastlamak da mümkün. Köylüler yıllık ev ihtiyaçlarını bahçelerindeki bir ağaçtan karşılayabiliyorlar. Ağacına ve bölgesine göre değişiyor, fakat genellikle eylül-ekim aylarında ceviz hasadı yapılıyor. Bu işin elbette makinası ve kolayı var. Fakat biz evlerden birinin bahçesinde ağaçların dallarına sopa ile vurduk, badem ve cevizleri yere serdiğimiz örtüye indirdik. Oradan da kovalara koyduk. Toroslar köylerindeki kadınların ellerinin niçin simsiyah olduğunu cevizin sulu kabuğunu ayıkladıktan sonra anladım. Bir süre sonra elleriniz kararıyor, sanki hiç çıkmayacak gibi simsiyah oluyor. Çaresi ise sirkeymiş!
Ayıkladığımız ceviz ve bademleri bir yandan yiyip bir yandan sohbet ettik. Dalından koparıp anında mideye indirdiğimiz ceviz ve bademlerin, marketten aldıklarımıza göre çok daha lezzetli ve kat kat faydalı olduğuna şüphem yok. Lezzetin ötesinde, köyün cana yakın ve misafirperver insanlarına konuk olmanın, beraber günlük işlerini yapmanın keyfi ise paha biçilemez.
Üzüm
Gelelim Toroslar gezisinin en keyifli kısmına. Güçlüköy, Antalya – Ankara yolunun üzerinde yer aldığı için köyün aşağı kısmından çokça taşıt geçiyor. Yerliler de bunu çok iyi değerlendiriyorlar. Şemsiyesini ve tezgahını alan genci yaşlısı yol kenarında mevsimine göre yaş üzüm, kuru üzüm ve daha birçok meyve satıyor. Neredeyse 70 yaşında olan halam; ayağımın ağrısı, sırtımın tutulması demeden bahçesinden topladığı üzümleri yol kenarında satıyor. Yanında çay dolu termosu ile sıkılana kadar orada; evde oturup televizyon seyretmekten bin kat daha iyi diyor. Ben de yanına takılıp birkaç saat onunla beraber üzüm sattım. İşler fena değildi, hatta bu minik satışçılık deneyimimden çok zevk aldım. Fakat yine de bir pazarlamacı olarak öyle kuru kuru beklemek pek de hoşuma gitmedi doğrusu. Halamın çeşit çeşit üzümlerinden yiyip lezzetine doyamayınca, durmayan araçlara sinirim arttı. İçimden pankartlara: “Şifa üzüm, almadan geçme, bunu yemezsen sen kaybedersin hey yolcu! Şimdi git de marketten üzeri sinekli üzümleri al bakalım!” yazmak geçti! :)
Toplu Yemekler ve Kutlamalar
Toroslar köyünün suyunun çıktığı yere “Suyun Gözü” deniyor. Dağlardan inen su, arıtılarak köye veriliyor. Suyun çıktığı yerdeki oluklara ayaklarınızı soksanız, soğuktan 2 dakikadan fazla duramayacağınız garanti! Aynı zamanda buradaki piknik alanında toplu yemekler ve kutlamalar da düzenleniyor. Malum Toroslar’da olduğumuz için, keçi etinden yapılmış lokum gibi kavurmaya denk geliyoruz. Evlerde salatalar yapılıyor. Domatesin ve salatalığın lezzetinden bahsetmeye bile gerek yok. Pilav ise dev kazanlarda odun ateşinde pişiyor. Havadan mıdır, sudan mıdır bilmiyorum; yediğim en güzel kavurmaydı! Etin lezzeti en iyi restoranlara taş çıkarıyordu. İşin sırrının hayvanların doğal ortamda gezerek doğal beslenmesinde olduğunu söyleyebilirim. Bölgeye özgü bir diğer et yemeği olan “sırım” da etin hem yağ hem et kısmının orantılı bir şekilde uzunca kesilerek pişirilmesiyle yapılıyor. Sırımı da, kavurmayı da eti sadece biraz tuzlayarak yapıyorlar. Herhangi bir marine etme, baharat ekleme işi yok. Bu da lezzetin etinden kendinden geldiğine kanıt!